“Onlar geri dönmeyi hiç düşünmediler

Ölümü vuslat savaşı yol bildiler.Sevdaları büyük hayalleri engindi.

Ay yıldızlı sancağın gölgesi ocakları evleriydi.

Hüseyin Kayış
Hüseyin KAYIŞ – Göksun Kahramanmaraş Ülkü Ocakları Başkanı

Bir bayram sabahı sevinciyle çıktılar siperlerden.

Savaştı, toydu, düğündü…

Vatan için ölümdü onları sevindiren.

Hiç üzülmediler, ağlamadılar.

Toprağa düştükçe alınları, siperlerde aktıkça al kanları, Yalnızca “Allah bizimle, vatan sağ olsun!” dediler…”

[the_ad_placement id=”icerik”]

Çanakkale, Bigalı Mehmet Çavuş ile Diyarbakırlı Ali Çavuşun, Kosovalı ile Üsküplünün, Şamlı ile Medinelinin, Kürt ile Çerkesin, Laz ile Avarın, Sunni ile Alevinin yan yana kefensiz yattığı, ziyaret edenlerin abdest alıp gezdiği kutsal topraklardır. “Bir devrin battığı yer” olan Çanakkale’yi ve orada ki şeref tablosunu çizen o ruhu, savaşın Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal’in; “Size Bomba sırtı Vakasını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasındaki mesafe sekiz metre, yani ölüm muhakkak.

Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulamamacasına kâmilen düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şayan-ı gıpta bir itidal ve tevekkülle, biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor. Hiç ufak bir fütur bile göstermiyor. Sarsılmak yok. Okuma bilenler, ellerinde Kur’an-I Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şahadet getirerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren şayan-ı hayran ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Savaşı’nı kazandıran bu yüksek ruhtur” sözleri ile özetleyebiliriz.

Seyit Onbaşı!

İşte bu ruh Seyit Ali Onbaşına 215 kilogramlık top mermisini kaldırma gücü vermiştir. Bu ruh, Nur-ül Bahir gemisinde nöbet tutmakta olan Vanlı İsmail’e, Suyu yararak gemiye doğru yaklaşan torpidoyu(deniz altı füze) görür görmez kendisini denize atarak, torpidoyu göğsünde durdurup zerrelere parçalanarak gemidekileri kurtarma cesareti vermiştir. Bu ruh, Çanakkale’yi geçilmez yapmıştır.

Çanakkale “Savaşları”, Türk milletinin hatta İslam dünyasının varlık veya yokluk mücadelesidir. Bedir savaşı, nasıl imanın küfre karşı ilk direnişi ise, Çanakkale de, tabir caizse İslam’ın son karakolunun müdafaasıdır. Çanakkale’yi sadece bir savaş olarak ele almak yanlış bir düşüncedir.

Yazımızda tarih kitaplarında yer alan bilgilerden, Çanakkale ile simgeleşen önemli kahramanlarımızdan ve savaşın seyrinden ziyade pek konuşulmayan hadiseleri ve isimsiz kahramanlarımızı, savaş komutanları ve askerlerin anılarında anlattıklarını yazacağım. Çünkü Çanakkale yüz yıl geçmesine rağmen hala maddi veya somut şeyler ile izah edilemeyen bir çok enteresan hadiselerle doludur. Çanakkale’yi kısaca tanımlayacak olursak bana göre Çanakkale, Türk milletinin yok oluşuna Cenab-ı Allah’ın izin vermediği ve milletimizi koruduğu yerdir.

“Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

‘Gömelim gel seni tarihe’ desem, sığmazsın.”

[the_ad_placement id=”icerik”]

Çanakkale, dünyanın en büyük donanmasının, en yenilmez ordularının gelip büyük hüsranlarla geriye döndüğü esrarengiz topraklardır. Düşmanların en gelişmiş teknolojiye ve donanıma sahip olmasına rağmen, imanın galip geldiğinin ispatıdır Çanakkale. Kendilerine “yenilmez armada” diyen dünyanın en büyük donanmasının hayatının en büyük yenilgisini tattığı, iki yüzyıldır dünyayı haraca kesen sömürgeci güçlerin de artık yenilebileceğinin tüm dünya tarafından görüldüğü yerdir.

“Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!”

Anaların evlatlarını “Oğlum babanı Dimetoka’da, Dayını Şipka’da kaybettim. Sen benim son yongamsın. Sen de dönmezsen ben Allah’a emanet. Sen de git! Minareler ezansız, Camiler Kuran’sız kalacaksa sen de git!” diyerek ve “bizim köyde kurbanlık ayrılan koyunlar kınalanır. Bende seni evlatlarımın arasından vatana kurban adadım. Onun için saçını kınaladım” dedikleri ve kuzularını kınalayıp gönderdikleri yerdir. İşte o evlatlar Mektepli Mehmetlerdi. Birçoğu henüz 15 yaşındaydı. Onlar, Necip Fazıl’ın hitabesinde dediği gibi “kim var!” denilince sağına soluna bakmadan “ben!” diyebilen gençlerdi.

“Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi… Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.”

Bir insan için önemli olan onun dostları tarafından övülmesi değildir. Asıl önemli olan, düşmanları tarafından da takdir edilmesidir. İşte bizim tarihimizle ve atalarımızla övündüğümüz en önemli yönlerinden biriside düşmanları tarafından hep takdir edilmiş olmalarıdır. Tarih bunun binlerce örneği ile doludur. Kahramanlıklarımız, cesaret ve vatan sevgimizin yanında bizler şefkat, merhamet, yardımseverlik gibi birçok meziyetle de hep övülmüşüzdür.

Çanakkale’de de denizden tepemize top mermileri yağarken, dünyanın dört bir yanından gelen düşman askerleri sırtlan sürüleri gibi üzerlerimize çullanırken, vatanımızı işgale kalkışmışken, biz bir yandan vatanı müdafaa ederken bir yandan da düşmanlarımıza insanlık dersi vermişiz. İşte Çanakkale’de de düşman Anzak askerlerinin hatıratlarında bunun yüzlerce örneği ile karşılaşıyoruz.

Türk Kızılayı!

Cephede 12 yaralı düşman askeri Türk Kızılay’ı tarafından bulunuyor. Esir almıyorlar. Yaraları sarılıp ve kendilerine “sizinkiler gelip sizi alırlar” deyip bırakılıyor. Bir askerimiz yaralı ve yürüyemeyen bir düşman askerini buluyor. Yaralarını temizleyip sarıyor. Onu kuytu bir yere yerleştirip, arkadaşları tarafından bulunması gecikebilir endişesiyle de yanına bisküvi ve su bırakıyor. Başka bir askerimiz düşman askerinin yarasını sarıyor ve hemen gitmesini aksi takdirde bir Almanın kendisini vurabileceğini söyleyerek gönderiyor.

İki cephe arasında mermi yağarken can çekişen İngiliz subayını gören bir Mehmet savaşı bırakıp düşman askerine yardıma gidiyor, düşmanını sırtına alıp İngiliz cephesine bırakıp geri dönüyor. Ve daha yüzlercesi… Dünyada bunun başka bir örneği var mıdır acaba. Girdiği çatışmada yaraladığı düşman askerini canını tehlikeye atarak, sırtına alıp düşman siperlerine kadar götürme cesaretini gösteren Mehmetçik, düşmanın her bir rütbesindeki askerini kendisine hayran bırakacak kadar asil bir davranış sergileyerek, savaşın yalnızca öldürmekten ibaret olmadığını tüm dünyaya göstermiştir.

Çanakkale işte böyle bir destandır. Bu destanın her satırında insanlık onuru vardır. Bu onur, düşmana sadece silahlı mücadelede değil, verdiği insanlık dersi örnekleriyle de baş eğdiren ölümsüz kahramanlarımıza aittir. Tabi ki bunca insanlığa rağmen karşımızda bin bir türlü İngiliz hileleri ve insanlık dışı komplolarla karşılaşıyoruz. En ağırı da din kardeşlerimiz Tunuslu, Cezayirli, Senegalli, Hintli Müslümanları “İstanbul’a halifeyi kurtarmaya gidiyoruz” ve “Almanlara karşı Osmanlıya yardıma gidiyoruz”

yalanıyla karşımızda savaşa sokmaları olmuştur.

“Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber, Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.”

[the_ad_placement id=”icerik”]

Cephede hücum ederken 1. Tabur Kumandanı Binbaşı Lütfi Bey’in “yetiş ya Muhammed! Kitabın gidiyor!” sesine gelmişti iki cihan güneşi, gönüllerin sultanı efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)… Onu gören Kaymakam (Yarbay) Hasan Bey son nefesini verirken efendimizi ayakta karşılamak için yanındakilere kendisini ayağa kaldırmalarını söylüyordu. “La ilahe illallah Muhammedün Resulullah” diyerek ayağa kalkıyor ve yüzünde derin bir tebessümle “niye zahmet buyurdunuz ya Rasulallah” diyerek son nefesini veriyordu.

O günlerde Efendimizin türbedarı; Medine’ye Hindistan’dan gelen bir Allah dostunun (Adnan Menderes’in 1955’li yıllarda ziyaretine gittiği zat) günlerce ağladığını, sebebini sorduğunda “bana bunca yıl sonra nasip oldu, güzeller güzelini ziyarete geldim. Fakat müşahede ettim ki, Resulullah (s.a.v.) makamında değil. Yoksa benim kalp gözüm mü körelmiş. Efendimizin varlığını neden hissedemiyorum. Hangi hatam onunla olmaya engeldir” dediğini ve o gün rüyasında gördüğü Efendimizin kendisine “çok zor durumda olan asker evlatlarıma yardım ediyorum. Şimdi Medine’mde değilim, Çanakkale’deyim…” diye buyurduklarını söylemiştir.

“Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?

Çünkü te’sis-i İlahi o metin istihkâm.”

Çanakkale’de yaşanan olağanüstülüklerden bazıları var ki bunlar Çanakkale’nin önemini algılamamıza fazlasıyla yetecektir. 267 kişilik düşman birliğine dur diyecek kimsenin bulunmadığı bir durumda tabiatüstü hadiseler devreye girmiştir. Bu milletin bin yıldır verdiği bir mücadele ile varını yoğunu verdiği ilay-ı kelimetullah davasında, o davanın sahibi elbette ki onları yalnız bırakmayacaktı. Bu olağan üstü olay Norfork Kraliyet Alayı 4. Taburun başına gelmiştir.

Olayın şahitleri taburun arkasından gelen 22 kişilik Anzak Sahra Birliğinden kalan 3 kişidir. Deniz savaşında alınan yenilgiden sonra tüm gücü ile karadan saldıran düşman birlikleri çok önemli bir noktayı ele geçirip savaşı noktalamak üzereyken üzerlerine çöken bulut bu birliği tamamen yok etmiştir. Aradan yıllar geçmesine rağmen, ne bu kaybolan birliğin ailelerinin araştırmaları, ne İngiliz Hükümetinin çabaları, nede bizim hükümet yetkililerimizin uğraşları bu olayı aydınlatamamıştır.

Onlar hala bizi, bu birliği toplu halde imha ettiğimiz ve gizlice gömdüğümüz iddiasında bulunuyorlar. Aynı bulutların savaş zamanına denk gelen Ramazan bayramında askerlerimiz bayram namazını kılarken askerlerimizi kucaklayarak görünmez hale getirdiği rivayet edilmektedir. Daha sonra savaşın çok uzamasından rahatsız olan İngilizler, akılalmaz savaş hilelerine başvurarak üzerimize “zehirli gaz” atmaya karar verirler. Zehirli gaz atılana kadar sürekli denizden karaya esen rüzgâr yön değiştirip düşman kumandanlarını şok edecek biçimde karadan denize doğru esmeye başlar. Tıpkı Nusret(Nusrat) mayın gemisinin döşediği 26 mayının Marmara’daki ters akıntıyla kendisini gizlemesi ve düşman kuvvetlerinin mayın tarama gemileri ile bulunamaması hadisesinde olduğu gibi. Ve bu isim “yenilmez armada” denilen donanmayı patlatmış, dünya o gemiyi tanımış ve “Nusret” tarihe geçmiştir.

“Asım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.”

Çanakkale’de tarihin kaydettiği en büyük ve en kanlı savunma savaşları verilmiştir. Çanakkale, bir metrekare toprağa altı bin merminin düştüğü cehennemdir. İşte o cehennemi göğsümüzde karşıladık. Onlar öldürmek için gelmişti, biz ise ölmek için oradaydık. Yarbay Hüseyin Avni Bey komutanlığındaki, Mustafa Kemal’in “sizlere taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum” emrinden sonra tüm neferleriyle şehit olan 57. Alayın inancı vardı tüm neferlerde. Çünkü bilincindeydik hak yolunda olduğumuzun. İşte bu ruh kazandı Çanakkale’yi. İşte bu ruhla yokluk varlığı yendi.

Maneviyat maddiyatı yendi. Özgürlük sömürgeyi yendi. İşte bu Çanakkale’yi çok iyi anlamamız gerekiyor. Allahın resulünün geldiği, onlarca olağanüstülüklerin yaşandığı, İngiliz General Hamilton’a “ biz Türklerin elinden Kuran-ı Kerimi almadıkça onları yenemeyiz” dedirten Çanakkale’yi ve Çanakkale ruhunu çok iyi anlamalıyız.

Çünkü bu ruha çok ihtiyacımız var. Çanakkale’de her neferin sinesinde iman ve dolayısıyla da vatan aşkı yer almaktaydı. Yüksek bir iman vecdi ile vatanını müdafaa eden kahraman ordumuz, Allah’ın yardımına mazhar olmuştur.

“Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!

Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.”

Bir şeyin ne kadar sevildiği, gerektiğinde onun için yapılabilen fedakârlık ve göze alınabilen risk ile ölçülür. Bu bakımdan Çanakkale’de yaşananlar, müthiş bir vatan sevgisinin en canlı örneğidir. Malazgirt’te Alparslan’ın, haçlılar karşısında Kılıçarslan’ın, Kosova’da Murat Hüdavendigar’ın, Niğbolu’da Yıldırım Beyazıt’ın, İstanbul’da Fatih’in, Çaldıran’da Yavuz Selim’in, Plevne’de Gazi Osman Paşa’nın zaferler zincirine, şanlı mazimize şerefle eklenmiş kahramanlık destanıdır Çanakkale… Bizler, mazimizi yüreğimizde canlı tutmak zorundayız.

Unutmayalım ki, mazinin bittiği yerde, millet biter, insan biter. Millet tarihinden ibarettir. Onu tarihinden ayırırsanız, geriye insan sürüsü kalır. Milletlerin bekası; hassas duygulu kalbe sahip olan nesiller yetiştirmekle mümkündür. Bizler de Japon Eğitim Uzmanlarının “10 Hiroşima eder” dediği o Çanakkale’yi Çocuklarına ninni yapan nesiller yetiştirmek zorundayız. Çocuklarına Çanakkale’yi ninni yapan nesil muhakkak imanına, milletine ve bütün maddi-manevi değerlerine sahip çıkacaktır.

“Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir, Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmemektir.

Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir;

Kahramanlık; saldırıp bir daha dönmemektir…”

Onlar şuan rahatça nefes almamızı sağlamak için nefeslerini kaybettiler ve tertemiz kanlarıyla üzerinde yaşadığımız toprakları vatan yaptılar. Bağımsızlık ve varlık mücadelemizde üstün ve fedakârca çaba gösteren kahraman ecdatlarımızla ne kadar övünsek azdır. Çünkü onlar tarihin yazdığı en şerefli, en yiğit ve en ölümsüz kahramanlardır.

253 bin ölümsüz kahramanımızı sonsuz saygı ve şükranla yâd ediyor, Cenabı Allah’tan rahmet diliyoruz. Ruhları şad olsun, Allah Onlardan razı olsun. İşte bu şanlı zaferin yüzüncü yılında O Ölümsüz Kahramanlara yapabileceğimiz en büyük teşekkür “Çanakkale’ye 253 bin Yasin-i şerif okuyoruz” kampanyasına katılmaktır sanırım. Bizlerde bu yazıyı okuduktan sonra o kahramanlarımızın aziz ruhlarına birer Fatiha gönderelim inşallah.